1962 mezunuyum. 1958-1962 döneminde, öğrenciliğim sırasında, Sosyoloji, Türkiye’nin Toplumsal ve Etnik Yapısı dersleri de dâhil olmak üzere hiçbir derste Kürd sözcüğünün geçmediğini çok iyi hatırlıyorum. Sosyoloji birinci sınıfta, Türkiye’nin Toplumsal ve Etnik Yapısı, İdari Şube ve Diplomasi Şubesi için, dördüncü sınıfta okutulurdu. Benden önceki ve benden sonraki öğrencilerin de bu sözcüğü ve benzer sözcükleri duymadıklarını yakından biliyorum. Hiçbir kitapta ve teksirde bu sözcük geçmezdi. Halbuki, Mülkiye’nin 1870, 1890, 1910 ders programlarında, Teşkilat-ı Esasiye, Eyalet İdaresi, Hukuk-u Düvel gibi derslerde, Kürd, Ermeni gibi sözcüklerin sık sık kullanıldığını sekiz ciltlik Mülkiye Tarihi kitaplarından biliyoruz.[1] Bitlis Eyaleti, Musul Eyaleti anlatılırken bu sözcüklerin sık sık kullanıldığı görülüyor. Özellikle vergi, askerlik gibi konularda, bu ilişkiler sık sık gündeme geliyor, bu sözcükler çok rahat bir şekilde kullanılıyormuş. Cumhuriyet dönemine gelindiği zaman bu sözcük kullanılmaz oluyor, yasaklanıyor. Türkiye’de yaşayan herkesin Türk olduğu, Kürd diye bir milletin, Kürdçe diye anılan bir dilin olmadığı ısrarla dile getiriliyor. Bu devlet politikası haline geliyor. Bu yasağa uymayanlar, bu yasağı eleştirenler çok ağır idari ve cezai yaptırımlarla karşı karşıya kalıyor. Bu red, inkâr, 1990’ların sonlarına kadar sürüyor. Bu, şüphesiz, sırf Mülkiye’nin bir sorunu değildir. Türkiye’nin önemli bir sorunudur. Darülfünun’un, 1933’te Darülfünun’dan üniversiteye geçişten sonra da Türk düşün hayatının, bilim hayatının, üniversitenin çok önemli bir sorunudur. Bu olgunun bilimin ve siyasetin kavramlarıyla incelenmesi, eleştirilmesi gerekmektedir. [¨] İdari Şube, 1962. [1] Ali Çankaya (1969-1970-1971) Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler, 8 Cilt, Ankara: Mars Matbaası. |