Bakım ekonomisi, en genel anlamıyla, başkalarının bakımına ilişkin ücretli ve ücretsiz faaliyetlerin tamamı olarak tanımlanabilir. Bakımın kapsamı ise türümüzün varlığını mümkün kılan işler: hasta ve yaşlıların bakımı, yemek pişirmek, ev temizlemek, dert dinlemek… Bakım ekonomisi kavramı yeni ama bakım işleri hep vardı. Bu işlerin "iş” olarak tanımlanabilmesi için, feminist iktisadın doğmasını beklemek gerekti. Feminist iktisadın geleneksel iktisadî görüşlerden koptuğu en önemli alan ev içi emektir. 70’li yılların patriyarkayı tanımlamaya yönelik feminist teorik tartışmalarında ev içi bakım hizmetleri ve ev işlerinden kadınların sorumlu tutulmasının erkek egemenliğinin sürdürülmesinde payı olduğu saptaması merkezi bir yer tutuyordu. Bir işin değerinin o iş için ödenen ücretle ölçüldüğü bir toplumda, kadınların ücretsiz emeği (görünmeyen emek) onların ezilmesinin maddi temeliydi. Ev içi emek tartışmaları, bu belirleme zemininde iki ana koldan ilerledi: Para ekonomisine dahil olmayan bakım işlerinin kapitalist sistemin dışında kaldığını savunanlar, kadınların yeniden üretim emeğinin soyut emeğe alternatif bir emek türü olarak devrimci potansiyeline dikkat çektiler. Sylvia Federici’nin en çok bilinen temsilcisi olduğu ikinci yaklaşım ise ev işinin bir iş olarak kabul edilmesi için ücretlendirilmesi gerektiğini öne sürdü. Yani tartışma, kapitalizm ile patriyarkanın iki ayrı sistem olup olmadığı sorusu etrafında döndü. Kapitalizm tarafından sömürülmek ile patriyarka tarafından ezilmek arasındaki ilişkinin nasıl tanımlanması gerektiği sorusu, sadece feminist iktisatçıları değil, feminist politikayı da uzun süre meşgul etti. Lise Vogel’in 1983’te yayımlanan Marksizm ve Kadınların Ezilmişliği: Birleştirici Bir Kurama Doğru adlı eseri, bu tartışmanın ana kaynaklarından biridir.[1] Yapıtta, kapitalizm ile patriyarka iki ayrı (ve paralel) sistem değil, birlikte ele alınması gereken tek bir sistem (kapitalist patriyarka) olarak görülür. Bakım emeği meselesinden doğan bir başka verimli tartışma alanı, bu emeğin kapitalist para ekonomisinin (yani soyut emeğin, bir başka deyişle, emeğin yabancılaşmasının) dışında kaldığı görüşünün "bakım etiği” kavramına evrilmesiyle oluşmuştur. Carol Gilligan’ın 1982’de yayımlanan In a Different Voice kitabı, bu tartışmanın başlangıç noktası olarak kabul edilebilir.[2] Günümüzde, kapitalizmin bir "bakım krizi” yaşadığından söz ediliyor. Bunun anlamı, sosyal refah devletinin geri çekilmesiyle birlikte, toplumsal yeniden üretimin, en hafif ifadeyle, "zora girmesi”dir. Ücretli çalışmanın biçim değiştirmesi, güvencesizliğin ve esnek emek örgütlenmesinin norm haline gelmesi, geniş kitlelerin bir varlık-yokluk sorunuyla karşı karşıya kalmalarına sebep oldu. Neoliberal kapitalizmin insan yaşamına karşı sermayeyi öncelemesi, yalnızca bakıma gereksinim duyan çocukların, yaşlıların, hastaların ve engellilerin değil, bütün toplum kesimlerinin yaşamlarını sürekli bir kriz durumu içine soktu. Bakım ekonomisi ve bakım emeği kavramları ev içi emeğin farklı yönlerine işaret ederler. Bakım emeği, yüz yüze yapılan, kişisel dikkat gerektiren ve sağlıklı yetişkinler de dâhil olmak üzere, çoğunlukla kendi ihtiyaçlarını dile getiremeyen küçük çocuklar, kalıcı veya geçici engelliler, hastalar ve yaşlıların duygusal, zihinsel, fiziksel ve sosyal iyilik hallerinin korunmasına, gözetilmesine ve arttırılmasına yönelik tüm faaliyetleri kapsar. Doğrudan ve dolaylı şekilde başkalarının bakımına katkı sağlayan çabalar, bakım emeğinin bileşenleri olarak değerlendirilir: Bir bebeği beslemek, bir çocuğa ders çalıştırmak ya da yatağa bağımlı hastanın kişisel temizliğini yapmak, ilaçlarını vermek gibi doğrudan ve alışveriş yapmak, yemek hazırlamak, temizlik yapmak gibi dolaylı etkinlikleri kapsar. Bakım ekonomisi kavramı ise büyük ölçüde ev içinde, ücretsiz ve kadın emeğine dayanan bu üretimin kendi içerisinde ekonomik ilişkiler, mekanizmalar ve kurumlardan oluşan başlı başına bir ekonomik sistem oluşturduğu düşüncesinden türemiştir. Bakım ekonomisinin cinsiyetçi işbölümü temelinde şekillenmesi, kadınların yalnızca işgücü piyasasına değil, siyaset, eğitim, sivil örgütlenme gibi diğer kamusal alanlara katılmalarının önünde de önemli bir engel oluşturur. Bakım hizmetinin sadece hayırlı kız evlatların, fedakâr annelerin ve iyi gelinlerin omzuna yüklenmediği, enformel piyasadan düşük ücretli, güvencesiz (son yıllarda göçmen statüsündeki) kadın ev işçileri üzerinden sağlanmadığı, temel bir ihtiyaç ve hak olduğunun kabulüyle kapsayıcı ve erişilebilir kamusal hizmetler olarak yerel yönetimler ve/veya devlet tarafından planlandığı ve sunulduğu bir bakım ekonomisi talebi önemli bir mücadele alanına temel teşkil eder. Bu talep, aynı zamanda, kamusal/özel, soyut emek/somut emek, ev/işyeri ayrımlarının da yeniden düşünülmesini gerektirir. İnsanın kendisiyle ve başkalarıyla, dünyayla ilişkisinde yabancılaşma yaratan kapitalist sistemin krizi, bakım ekonomisi temelden değişmedikçe aşılamaz. Bu yalnızca cinsiyetçi işbölümünün değişmesi değil, oradan başlayarak yeni bir kamu, yeni bir emek düzeni, yeni bir yaşam perspektifi anlamına da gelir. [¨] İktisat, 1986. [1] Lise Vogel (2015) Marksizm ve Kadınların Ezilmişliği: Birleştirici Bir Kurama Doğru, Çeviren Çiğdem Çidamlı, İstanbul: Nota Bene Yayınları. [2] Carol Gilligan (1982) In a Different Voice: Psychological Theory and Women's Development, Cambridge: Harvard University Press. |