Muhafazakârlık, zannedilebildiğinin aksine, anti-modernist değil, modernizme kuşkuyla yaklaşan fakat onun kaçınılmazlığını kabul ederek gemlemeye, ehlileştirmeye çalışan bir düşünce ve siyaset akımıdır. Fransız Devrimi’nin ardından, ani toplumsal alt üst oluşların tahripkârlığına dikkat çekerek ortaya çıktı. "Geleneğe”, yerleşik toplumsal yapının "bünyesine” uygun, tedrici, "kontrollü” bir modernleşmeyi savundu.
Gelenek, din, devlet, millet, aile, muhafazakârlık nezdinde bizzat değer hükmü taşıyan kavramlar ve kurumlardır. Muhafazakârlar bunların uzun zamanların deneyimi içinde birikmiş ve insan aklının ölçülerini aşan adeta organik bir bilgiyi, bir "hikmeti” temsil ettiğini düşünürler.
Siyasal iktisadi açıdan dünya örneklerine bakıldığında muhafazakâr siyasetin genellikle sermayenin görece eski/geleneksel unsurlarına, esnaf-zenaatkârlara, küçük ve orta ölçekli toprak sahiplerine, küçük mülk sahibi köylülüğe, ayrıca ruhbana dayandığı görülür.
Muhafazakâr siyaset özellikle güçlü ruhban yapılanmasının olduğu yerlerde, genellikle dinî hareketlerle örtüşür veya onlara yakındır. Zaten muhafazakârlığı dindarlıkla eşanlamlı kullanma alışkanlığı da her yerde yaygındır. Fakat muhafazakârlık dinî hareketle ve dindarlıkla aynı şey değildir. Farklı siyasal ideolojilerle eklemlenebilir. Milliyetçi-muhafazakarlık, örnekleri en fazla görülen eklemlenmedir. Serbest piyasacılık ve ekonomik büyümecilikle siyasette otoriter eğilimleri ve toplumsal kültürde tutuculuğu birleştiren liberal-muhafazakârlık, hiç de marjinal bir eklemlenme örneği değildir.
Ayrıca, muhafazakârlık, her siyasal-düşünsel akım içindeki görece tutucu, statükocu eğilimleri belirleyen bir sıfat olarak da kullanılır. Dolayısıyla muhafazakârlığa uzak, hatta onun karşıtı olan sol, cumhuriyetçilik gibi akımların da özellikle kendi içlerine kapandıkları, dondukları, düşünsel olarak kısırlaştıkları zamanlar muhafazakarlaşmalarından söz edilebilir veya bu eğilimleri taşıyan muhafazakâr kanatları olabilir. Bunun yanı sıra, modernlikle ilgili bütüncül bir kuşku veya temkin olmaksızın da yeniliklere, sıra dışı olana, "sapmalara” veya müphemliklere karşı hoşgörüsüzlük ve reaksiyoner tutumlar da muhafazakârca bir dünya görüşünü yansıtır. Bunu sıradan muhafazakârlık diye tanımlayabiliriz.
Türkiye’de de muhafazakârlık genellikle dinî hareket ve dindarlığın "hüsnütabiri” olarak kullanıldı. Çok partili siyasal hayata geçildikten sonra, İslamcılar kendilerini ilkin "mukaddesatçı” olarak tanımladılar ve büyük çoğunlukla Türkçü ve milliyetçi akımla birlikte "milliyetçi-mukaddesatçı” şemsiye altında yer aldılar. Milliyetçi-mukaddesatçı, zamanla milliyetçi-muhafazakâr terimine evrildi. Milliyetçi-muhafazakâr ideolojide, din (İslam), millî varlığın ve kimliğin aslî kurucu unsuru olarak tasavvur edilir. Bu tasavvur, milliyetçilerin ve muhafazakârların/İslamcıların o şemsiyenin altından çıkıp kendi özerk siyasal yollarına gitmelerinden sonra da her iki akıma damgasını vurmayı sürdürdü.
21. yüzyılda dünyada da Türkiye’de de post-muhafazakâr veya neo-muhafazakâr bir şekillenmeden de söz ediliyor. Bu kavramlar, gerçekten bir geleneksel kültürü yaşatmaktan veya yeniden üretmekten ziyade, epeyce eklektik ve "sentetik” (yapay) bir gelenek icat etme eğilimini ifade ediyor. [¨] Kamu Yönetimi, 1984. |